7 Haziran 2012 Perşembe

XNA, EVRİM TEORİSİNE NEDEN DELİL OLAMAZ?

XNA, EVRİM TEORİSİNE NEDEN DELİL OLAMAZ?

XNA ismindeki sentetik DNA, evrime delil olarak çeşitli haber sitelerinde yutturulmaya çalışılmakta.



1] Evrimciler, DNA’nın kendi kendine tesadüfler ve mutasyonlar sonucu doğal seçilim yolu ile oluştuğunu söyler. XNA ise, tesadüfen oluşmamıştır. Laboratuarda eğitimli ve şuurlu bilim adamlarınca üretilmiştir.

2] Bilim adamlarının XNA’yı üretmek için önce 6 farklı molekül üretmeleri gerekmiştir. Bu 6 farklı molekülün her birini doğru şekilde üretmek için ise, yüzlerce deneme yanılma yapmışlardır. Evrim teorisine göre, ilk deneme başarısızsa işlem devam etmez. Çünkü işlevliği olmayan birşey, kaydedilemediğinden veri silinir ve o işlem daha tamamlanmadan biter. Kontrollü bir laboratuar ortamında bile deneme yanılma olmaksızın oluşturulamayan bir molekül, doğa şartlarında kendi kendine asla meydana gelemez.

3] Üretilen XNA, DNA ile benzer işlevlere sahip olabilir. Ama bu durum evrime delil teşkil etmez.Bir Shakespeare eserini alıp yüzlerce hatta binlerce fotokopisini çektiğimizi ve bunları ciltlediğimizi varsayalım. Alıp okuduğumuzda içindeki bilgi, orjinal eserinki ile aynı olacaktır. Ama eseri yazan biz değil; Shakespeare’dir. Bugün bilim adamları, doğadaki teknolojilerin bir çoğunu taklit etmektedir.Ancak taklit etmek; evrimi değil yanlızca doğadaki tasarımların ne kadar mükemmel bir şekilde yaratıldığını kanıtlar. Çünkü, taklit etmek için taklit edeceğiniz ve model alacağınız tasarımın, en iyi tasarım olması gerekir. Kötü bir tasarımı taklit edemezsiniz. Zaten bozuktur çalışmaz. Ancak kusursuz olan, mükemmel tasarımlar taklit edilebilir.

Bir şahini taklit ederek savaş uçağı ürettiğinizde, “bakın laboratuarda şahin yaptım” diyemezsiniz. Şahin’inden esinlenerek, onu kendime model alarak “uçak yaptım” diyebilirsiniz. Bu durum da tamamen aynıdır. Üretilen şey, DNA gibi organik bir yapı değil; DNA’yı taklit eden sentetik bir yapıdır.

Sürüngen Fosilleri

Sürüngen Fosilleri

Evrim teorisi diğer canlıları açıklayamadığı gibi sürüngenlerin de kökenini açıklayamaz. Bu kendilerine özgü canlılar, arkalarında hiçbir evrim süreci bulunmadan, ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır. Sürüngenlerin fizyolojik özellikleri de sözde ataları amfibiyenlerden çok farklıdır.
SEYMOURIA YANILGISI Evrimciler bir zamanlar solda fosili yer alan Seymouria adlı canlının, amfibiyen ile sürüngen arası bir geçiş formu olduğunu iddia etmişlerdi. Bu senaryoya göre, Seymouria “sürüngenlerin ilkel atası” idi. Ancak sonraki fosil bulguları, Seymouria’nın yeryüzünde ilk kez ortaya çıkışından 30 milyon yıl öncesinde de sürüngenlerin yaşadığını gösterdi. Bu durum karşısında, evrimciler, Seymouria hakkındaki yorumlarını sona erdirmek zorunda kaldılar.
Dinozor, kertenkele, kaplumbağa ya da timsah… Tüm bu canlılar, “sürüngenler” olarak bilinen aileye aittir. Dinozorlar gibi bazı sürüngenlerin soyu tükenmiştir, ama bazıları hala yaşamaktadır.
Sürüngenlerin kendilerine has özellikleri vardır. Hepsinin vücudu, “pul” olarak adlandırılan sert kabuklarla kaplıdır. Soğukkanlıdırlar, yani kendi vücut ısılarını üretemezler. Bu yüzden de her gün güneşe çıkıp vücutlarını ısıtma ihtiyacı duyarlar. Yavrularını ise yumurtlayarak dünyaya getirirler.
Evrimciler sürüngenlerin nasıl ortaya çıktıklarını açıklayamazlar. Bu konudaki klasik evrimci iddia, sürüngenlerin amfibiyenlerden evrimleştiği şeklindedir. Ama bu iddiayı destekleyecek hiçbir bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenler ile sürüngenler arasında yapılabilecek bir inceleme, iki canlı grubu arasında çok büyük fizyolojik farklar bulunduğunu ve “yarı sürüngen-yarı amfibiyen” bir canlının yaşama şansı olmadığını göstermektedir.
KAPLUMBAĞALAR HEP AYNI

En eski sürüngen fosilleri ile bugünkü örnekleri arasında fark yoktur. Soldaki 100 milyon yıllık deniz kaplumbağası, günümüzde yaşayan örnekleri ile tamamen aynı yapıdadır.
Nitekim fosil kayıtlarında da böyle bir canlıya hiçbir zaman rastlanmamıştır. Ünlü evrimci paleontolog Lewis L. Carroll, “Sürüngenlerin Kökeni Sorunu” başlıklı bir makalesinde bu gerçeği şöyle kabul eder:
“Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkışı öncesinde var olan tek bir sürüngenatası örneği yoktur. Bu ara formların olmayışı, amfibiyen ve sürüngengeçişi hakkındaki çoğu problemi çözümsüz bırakmaktadır.”
Kaldı ki, yılan, dinozor ya da kertenkele gibi çok farklı sürüngentürleri arasında da aşılmaz sınırlar vardır. Tüm bu farklı türler, yeryüzünde bir anda ve ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır. Çünkü, Allah tarafından yaratılmışlardır. Bu gerçek Kuran’da şöyle haber verilir:
“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah, dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.” (Nur Suresi, 45)
DİNOZORLARIN SONU Dinozorlar yaşamış en büyük kara canlılarıydı. Kusursuz tasarımlara sahip bedenleriyle, uzun zaman yeryüzünde yaşadılar. Ancak bilim adamlarının ortak kabulüne göre, bir meteor felaketi sonucu soyları tükendi. Yeryüzünün, (jeolojik kayıtlara göre) daha sonra yaratılacak olan memeli canlılara ve özellikle de insana uygun hale getirilmesi için, bu tükeniş İlahi bir planla sağlanmıştır.

Sürüngen Evrimi Hikayesi, Evrimci Yayınlarda Konu Olmaya Devam Ediyor

Sürüngen Evrimi Hikayesi, Evrimci Yayınlarda Konu Olmaya Devam Ediyor

8 Mart 2007 tarihli Science Daily internet sitesinde “Lizards May Help Unlock Secrets of Evolution” (Kertenkeleler Evrimin Sırlarını Çözmede Yardımcı Olabilir) başlığıyla bir yazı yayınlandı. Biyoloji profesörü Kristen E. Nicholson’un kertenkeleler üzerine yaptığı araştırmaları konu alan ve bu araştırmalar sonucunda sürüngenlerin hayali evrimi ile ilgili bilgi ve delil sahibi olunacağının iddia edildiği bu yazı, evrim yalanını gündemde tutmak için kullanılan Darwinist propaganda yöntemlerinden biridir.
Söz konusu yazıda yalnızca bir bilim adamının sürüngenler üzerine araştırmalar yaptığı bilgisi verilmiş ve bunun evrimin sırlarına ışık tutacağı öne sürülmüştür. Oysa yazıda bu hayali evrimi belgeleyen bir bulgudan veya herhangi bir bilimsel delilden bahis yoktur. Amaç yalnızca okuyucuları evrim fikrine aşina tutmak, sanki böyle bir evrim gerçekleşmiş ve bunun kanıtları bulunmuş da, geriye birkaç küçük çözülememiş nokta kalmış izlenimi vermeye çalışmaktır. Oysa söz konusu canlıların evrimleştiklerine dair hiçbir delil yoktur. Tam tersine bilimsel deliller, yüzmilyonlarca yıl boyunca, yani yaratıldıkları ilk andan itibaren değişmeden kalmış olan sürüngen fosillerini ortaya çıkarmıştır. Bu gerçek ise, sürüngenlerin de hep sürüngen olarak var olduklarını, diğer tüm canlılar gibi Allah tarafından bir anda yaratıldıklarını göstermektedir.
Sürüngenlerin hayali evrimi ile ilgili daha önce evrimci yayınlarda çıkan pek çok spekülatif habere sitemizde cevap vermiştik. Konuyla ilgili detaylı bilgileri buradan okuyabilirsiniz.

Dinazor Kuşları Masalı

Dinazor Kuşları Masalı

Sürüngenlerle kuşlar arasında evrimin meydana geldiğini gösteren hiçbir paleontolojik bulgu olmadığı gibi, tamamen farklı mekanizmalara sahip bu canlı türlerinin birbirlerine evrimleşebilmesi teorik olarak da mümkün değildir.
Evrim teorisi, kuşların küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlardan, yani bir sürüngen türünden türediği iddiasındadır. Oysa kuşlar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karşılaştırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleşmiş olamayacağını açıkça gösterir.
Kuşlar ve sürüngenler arasında birçok yapısal farklılık bulunur. Bunların en önemlilerinden biri kemiklerinin yapısıdır. Evrimciler tarafından kuşların atası olarak kabul edilen dinozorların kemikleri, büyük ve cüsseli yapıları nedeniyle kalındır ve içleri dolguludur. Buna karşın yaşayan ve soyu tükenmiş tüm kuşların kemiklerinin içleri boştur ve bu sayede çok hafiflerdir. Bu hafif kemik yapısı, kuşların uçabilmesinde büyük önem taşır. (Harun Yahya, Evrim Açmazı)
Sürüngenler ve kuşlar arasındaki bir diğer farklılık da metabolik yapıdır. Sürüngenler canlılar dünyasında en yavaş metabolik yapıya sahipken, kuşlar bu alandaki en yüksek rekorları ellerinde tutarlar. Örneğin bir serçenin vücut ısısı, metabolizmasının hızlı çalışması nedeniyle zaman zaman 48oC’ye kadar çıkabilir. Diğer tarafta ise sürüngenler kendi vücut ısılarını bile kendileri üretemez, bunun yerine vücutlarını güneşten gelen ısıyla ısıtırlar. Sürüngenler doğadaki en az enerji tüketen canlılar iken, kuşlar en fazla enerji tüketen canlılardır.
Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karşın, bilimsel bulgulara dayanarak kuşların dinozorlarla akraba olduğu teorisine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Feduccia sürüngen-kuş evrimi tezi hakkında ise genel anlamda şöyle demektedir:
“25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi, paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.”
Kansas Üniversitesi’nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin de kuşların dinozorlarla aynı soydan geldiği teorisine karşı çıkmaktadır. Martin, evrimin bu konuda içine düştüğü çelişkiden söz ederken, “doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım” demektedir.
Ancak tüm bilimsel bulgulara rağmen, hiçbir somut delile dayanmayan “dinozor-kuş evrimi” senaryosu ısrarla savunulmaktadır. Özellikle de akademik derinliği olmayan, popüler yayın organları bu senaryoyu ısrarla sahiplenmektedirler. Bu arada, bu senaryoya delil oluşturmayan bazı kavramlar da, yüzeysel bir üslup içinde “dinozor-kuş bağlantısının kanıtı” gibi sunulmaktadır.
Çin’de Bulunan Fosil
Örneğin son günlerde bazı evrimci yayın organları yayınladıkları haber bültenlerinde, Çin’in Yixian bölgesinde uçabilen bir dinozor fosili bulunduğunu bildirmektedirler. Oysa bu fosilin dinazor-kuş evrimini doğrulayan hiçbir yanı yoktur. Aksine eldeki tüm somut veriler dinazor-kuş evrimini yalanlamaktadır. Şimdiye dek pek çok fosil üzerinde “tüylü dinozor” spekülasyonu yapılmış, ama detaylı araştırmalar bu iddiaları yalanlamıştır. Ünlü kuşbilimci Alan Feduccia, “On Why Dinosaurs Lacked Feathers” (Dinozorların Neden Tüylerinin Olmadığı Üzerine) adlı makalesinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:
Tüyler tamamen kuşlara özgü yapılardır ve sürüngen pulları ile kuş tüyleri arasında geçiş formu oluşturabilecek hiçbir bilinen yapı yoktur. Longisquama gibi bazı örneklerde rastlanan uzunlamasına pulların yapısı hakkında yapılan spekülasyonlara katılmıyorum. Bunların tüy benzeri yapılar olduğu yönünde hiçbir somut kanıt yoktur.
Çin’de bulunan bu fosil için de aynı durum söz konusudur. Yani evrimciler daha önce olduğu gibi kelime oyunlarıyla evrim propagandası yapmaktadırlar. Bu fosil hakkındaki bir başka çelişki ise şudur:
Bundan yaklaşık 150 milyon yıl önce Archaeopteryx adında günümüz kuşlarıyla aynı uçuş yeteneğine, geniş kanatlara, kompleks tüy yapısına ve göğüs kemiğine sahip olan bir kuş türü yaşamıştır. Kısacası Archaeopteryx eski kuşların bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu durumda elbette Archaeopteryx’ten milyonlarca yıl sonra yaşamış olan bir canlının kuşların henüz uçamayan ilkel atası olarak gösterilmesi imkansızdır. Evrimcilerin dinozorlarla kuşların ortak bir atadan geldiğini iddia edebilmeleri için Archaeopteryx’ten daha önce yaşamış bir ara form olması gerekir. Paleantolog Angela Milner da bu gerçeğin farkında olduğu için Çin’de bulunan bu fosil hakkında şu yorumu yapmıştır: Eğer ortak bir ata arıyorsak Çin’deki bu fosilden 60 milyon yıl önce yaşamış olan fosiller bulmamız gerekli.
Tüm bunlardan da anlaşıldığı gibi ortada kuş-dinozor evrimini gösteren tek bir bulgu dahi yoktur. Çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki farklılıkları ortadan kaldırabilecek hiçbir mekanizma yoktur.
Uçan Sürüngenler
Uçan sürüngenler, sürüngenler sınıfı içinde yer alan ilginç bir canlı grubudur. Bunlar, yaklaşık 200 milyon yıl önce Üst Triasik Devir’de ilk kez ortaya çıkmıştır ve daha sonra soyları tükenmiştir. Bu canlılar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları soğukkanlıdır (ısı üretemezler) ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düşünülmektedir.
Uçan sürüngenler bazı popüler evrimci yayınlarda Darwinizm’i destekleyen bir paleontolojik bulgu olarak gösterilir ya da en azından böyle bir imaj oluşturulur.
Uçan sürüngenlerin kökeninin Darwinistik evrim mekanizmalarıyla açıklanması imkansızdır. Nitekim fosil kayıtları da böyle bir evrim yaşanmamış olduğunu ortaya koyar. Bu canlılar da diğer canlılar gibi bir anda ortaya çıkmışlar ve yaşadıkları ortama en uygun özelliklerle yaratılmışlardır.

250 Milyon Fosil Evrim Teorisinin Geçersizliğini İspat Etmektedir

250 Milyon Fosil Evrim Teorisinin Geçersizliğini İspat Etmektedir

Şüphesiz ‘izzet ve gücün’ tümü Allah’ındır. O, işitendir, bilendir. (Yunus Suresi, 65)
Dediler ki: Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (Bakara Suresi, 32)
Etrafına bakan bir insanın gözüne gelen görüntü ters olarak beyne iletilir. Beyin bu görüntüyü düzeltir ve sonuçta insan “dışarıdaki görüntünün tıpatıp aynısını, aynı netlikte” görür. Böyle bir sistem, tesadüfen şuursuz atomların birleşmesiyle oluşamaz.
Görmeyi bilmeyen atomlar, tesadüflerin etkisiyle şuursuzca birleşerek dünyanın en mükemmel kamerasından daha kaliteli görüntü sağlayan, en gelişmiş üç boyutlu sinema ve televizyonundan daha net ve tam renkli görüntüyü beyinde meydana getiren görme sistemini yapamaz.^
Duymayı bilmeyen şuursuz atomlar, en gelişmiş müzik sisteminden daha mükemmel olan, daha net ve çok boyutlu, gerçeğinden ayırt edilemeyen sesleri beynin içinde oluşturan işitme sistemini, tesadüfler sonucu meydana getiremez.
Koklamayı bilmeyen atomlar, parfümün, gülün kokusunu hisseden koku alma sistemini tesadüflerin etkisi ile oluşturamaz. Sıcağı, soğuğu, sertlik duygusunu bilmeyen şuursuz atomlar tesadüfler sonucu hissetme gücüne sahip olamaz.
Şuursuz, kendi varlığından haberi olmayan atomlar, tesadüflerle, müzikten zevk alan, türlü türlü yiyeceklerin lezzetlerini bilen, hatıraları olan, dokunan, hisseden, düşünen, plan yapan, hatıralarını zihninde canlandıran, bir şeyi hatırlayan, gülmekten, eğlenmekten, neşeli ortamlardan zevk alan, daha sayılabilecek yüzlerce özelliğe sahip olan insanlara ve hatta atomun yapısını inceleyip-araştıran bilim adamlarına dönüşemez.
250 Milyon Fosil Evrim Teorisi’nin Geçersizliğini İspat Etmektedir
1859 yılında Charles Darwin ilkel denecek kadar yetersiz teknik olanaklar ve yoğun bir hayal gücü ile teorisini ortaya atmıştı. Darwin, teorisinin bel kemiği olan “canlıların başka başka canlılara dönüşebileceği” yönündeki iddiasına, kendi zamanında olmasa bile gelecekte güçlü deliller bulunacağını hayal etmişti. Ona göre, teorisini destekleyecek sözde ara-geçiş canlılarına ait fosiller bulunacak, bilimsel gelişmeler neticesinde teorisi daha da rağbet görecek ve kabul edilecekti. Ancak gelişmeler onun tahmin ettiği şekilde olmadı, Darwin’den sonra milyonlarca fosil bulunmasına rağmen bunlardan hiçbiri Evrim Teorisi’ni desteklemedi…
Bilindiği gibi dünya kamuoyu yıllarca, evrim teorisini destekleyen sayısız fosil olduğu yönünde ikna edilmiştir. Oysa gerçekler bunun tam aksi yöndedir. Bilimadamlarının elinde milyonlarca fosil vardır ama bunlar evrimi değil yaratılışı doğrulamaktadır.
Evrimciler eldeki milyonlarca fosili bir kenara itip sadece birkaç fosil üzerine hikayeler uydurmaktadırlar. Bugüne kadar bulunmuş 250 bin farklı türe ait 250 milyon fosil olmasına rağmen evrimciler bu fosillerin arasından -yine yaratılışı destekleyen- birkaç fosili evrime delil diye sunmuşlar, ancak bunların da delil olamayacağı ortaya çıkınca komik duruma düşmüşlerdir. (New Scientist, 15 Ocak 1981, s. 129; Luther D. Sunderland, Darwin’s Enigma, 1988, s. 9)
Yarı Dinozor-Yarı Kuş Efsanesi: Hayali Ara Form Archæopteryx
Evrimcilere göre, 150 milyon yıl önce yaşamış, küçük yapılı dinozorların (Velociraptor veya Dromeosaur) bir kısmı, evrim geçirerek kanatlanmışlar ve uçmaya başlamışlardı. Onlara göre Archæopteryx uçmaya başlayan ilk canlıydı.
Oysa bu fosil üzerinde yapılan incelemeler, bu canlının kesinlikle bir ara geçiş formu olmadığını, sadece günümüz kuşlarından biraz daha farklı özelliklere sahip, soyu tükenmiş bir kuş türü olduğunu göstermektedir. (Bu fosilin pençelere sahip olması uzun yıllar en önemli delil sanılmıştır. Oysa günümüzde yaşayan Hoatzin adlı kuşun da pençeleri bulunmaktadır ve her yönüyle normal bir kuştur.)
Archæopteryx’in iyi uçamayan bir “yarı-kuş” olduğu tezi uzun yıllar gündemde tutulmuştur. Ancak 1992 yılında bulunan yeni bir Archæopteryx fosili (aynı canlıya ait yedinci fosildir) ile bu canlının normal bir kuş olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü bu son fosilin sadece kuşlarda bulunan göğüs kemiğine (sternum) sahip olduğu görülmüştür. (Nature, vol 382, 1 Ağustos 1996, s. 401)
Kuşların evrimi senaryosunda Archæopteryx’ten mahrum kalan evrimciler, kuşların bedeninde “indirgenemez komplekslik”te yapıların keşfedilmesiyle daha da çıkmaza düşmüşlerdir. Bilim, kuşların tamamen kendilerine has organları olduğunu ve bunların ancak tüm parçaları kusursuz ve yerli yerinde olduğu taktirde işlev görebileceğini keşfetmiştir.
Bilim, Gerçekleri Ortaya Çıkardı
Darwin yakın dostlarına yazdığı mektuplarında ve kitaplarının bazı bölümlerinde teorisi hakkında kuşkularının da olduğunu, bir gün yanlışlığının gösterilebileceğinden de söz etmişti. Türlerin Kökeni isimli kitabında şöyle demiştir:
“Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189)
Darwin’in bu kitabı yazmasından bu yana yaklaşık 1.5 yüzyıl geçmiştir ve bilimin bugün geldiği noktada görülmüştür ki, kompleks organların hiçbiri küçük değişikliklerle oluşamaz. Örneğin göz, bütün parçalarıyla tam olarak var olmak zorundadır. Evrimci biyolog Engin Korur, kuşların evrimi senaryosunda içinde bulundukları çaresizliği şöyle itiraf etmiştir:
“Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz.” (Bilim ve Teknik, sayı 203, s. 25)
Evrimciler kuş tüyünün sürüngen pullarından evrimleşmiş olduğunu varsaymakta ancak bu hayali evrimin “nasıl” gerçekleşmiş olabileceği yönünde hiçbir varsayımda bulunamamaktadırlar. Çünkü kuş tüyü, son derece kompleks bir yapıdadır ve sürüngen pullarından tamamen farklı bir özelliktedir.
Bir kuşun uçabilmesi için tüylerinin, ortadaki boruları, yanlardaki kılları ve bu kıllar arasında çok sayıda mikroskobik kancalarıyla eksiksiz olarak bulunması şarttır. Fosil kayıtlarında mevcut olan tüm kuş tüylerinde aynı yapı göze çarpmaktadır. Sürüngen pulları ve kuş tüyleri arasında olan hiç bir ara canlı yoktur.
Kuş akciğeri ile sürüngen akciğeri arasında da aynı durum söz konusudur. Kuş ve sürüngen akciğerleri birbirlerinden tamamen farklı yapıdadır.
Sürüngenler, havayı aynı kanaldan alır ve verirler. Nefes alımı sırasında ciğerler oksijen ile dolar, nefes verilirken ise oksijen tamamen boşalır. Kuşlarda ise çok özel bir tasarım sayesinde hem nefes alırken hem de nefes verirken akciğer sürekli oksijenle beslenir. Detayları şemada görülen bu sistemi kullanan kuşlar kesintili biçimde değil, sürekli olarak nefes alırlar. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir “tasarım” yapılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki “ara” bir yapıyla nefes alınamaz. Yani bir kuş, tam ve eksiksiz bir solunum sistemine sahip olmadan hayatını sürdüremez.
“Sinek Kovalarken
Kanatlanan Dinozor” Hikayesi
Evrimci bir kaynaktan alınma olan soldaki çizim, küçük bir dinozorun sineklerin peşinde bir yandan koşup bir yandan kollarını çırparak günün birinde kuşlara dönüştüğü senaryosunu tasvir etmektedir. Hiçbir fosil kaydı bulunmayan ve aleyhteki tüm bilimsel bulgulara rağmen sürdürülen bu akıl dışı senaryo, önemli bir mantık çelişkisi de barındırmaktadır. Evrimciler bu çizimleri uçuşun kökenini açıklamada kullanmaktadır, oysa uçuşun sebebi olarak “zaten” uçabilen bir canlıyı yani sineği göstermektedirler. Evrimciler bir sineğin nasıl varolduğu ve uçma sisteminin nasıl geliştiği yönünde hiçbir iddiada bulunamamaktadırlar.
Bir sinek, tek bir saniye içinde kanatlarını 500 ila 1000 kez çırpmaktadır. Üstelik her bir kanat çırpmada, kanatlarını birbiriyle eş zamanlı olarak hareket ettirir. Burada mükemmel bir denge söz konusudur. Çünkü kanat çırpmadaki en küçük bir uyumsuzluk, sineğin havada takla atıp yere düşmesine ve yaralanmasına sebep olacaktır. Bilim adamları, sineklerdeki uçuş yeteneğinin, günümüz teknolojisiyle hiçbir şekilde taklit edilemeyecek derecede ileri olduğunu belirtmektedirler. (Scientific American, cilt 263, Kasım 1990, s. 120) Evrimciler, böylesine üstün sistemlere sahip sineklerin kökenini açıklamada tam bir çaresizlik yaşamaktadırlar. Sineklerin kökeni konusunda tamamen açmazda olduklarını itiraf etmektedirler. (R. J. Wootton, C. P. Ellington, “Biomechanics and the Origin of Insect Flight”, Cambridge University Press, 1991, s. 99)
Evrimciler, dinozorların sinek avlamak için koşarken kanatlandıklarını iddia ederler. (American Scientist, vol. 76, 1979, s. 55)
Kanatların oluşumunu açıklamak için sineğin kullanılması, evrimcilerin içinde bulundukları gaflet ve aymazlığın çarpıcı bir örneğidir. Çünkü evrimciler, sineklerin “kanatları” olduğunu ayrıca kuşlardan daha da şaşırtıcı teknik özelliklere sahip olduklarını unutmuşlardır. Evrimcilerin aynı çarpık mantıkla “sinek kanatlarının, başka sinekleri kovalarken oluştuğunu” iddiaya kalkışmaları bile ihtimal dahilindedir.
Saniyede 500-1000 kere kanat çırpan ve en gelişmiş helikopterden daha üstün bir tasarıma ve aerodinamik yapıya sahip olan sineğin nasıl varolduğu konusu evrimciler açısından tam bir çıkmaz teşkil etmektedir.
Kuş nefes aldığında (1) oksijen hem akciğere hem de daha altta bulunan iki keseceği dolar. Bu sırada akciğerin içindeki kirlenmiş hava ön tarafta yer alan iki keseciğe tahliye edilir. Nefes verdiğinde ise (2) akciğere alttaki iki kesedeki temiz hava dolar, ön keselerdeki kirli hava ise dışarı atılır. Kuşların yoğun oksijen ihtiyacı bu “özel tasarım” ile karşılanmıştır.